Teslimiyet Dini; Muhammed Peygamberin son nebi olduğunu ancak son resul (elçi) olmadığını Al-i İmran 81 ve Ahzab 40. ayetlerden hareket ederek iddia etmekte ve buradan hareketle Reşad Halife'nin bir resul olduğunu ileri sürmektedirler.
Al-i İmran 81. ayet ile ilgili Reşad Halife'nin ve dolayısıyla Teslimiyet Dininin çarpıtmasını, açıklamıştık (bknz: https://resadhalife.com.tr/teslimiyet-dininin-al-i-imran-ayet-81-saptirmasi). Şimdi, Ahzap 40. ayetle ilgili iddialarını inceleyelim.
-Ayetleri Kırpma Hastalığı
Hadis ve mezhep savunucuları "Peygamber size ne verirse onu olan, neyden yasaklarsa ondan uzak durun" şeklindeki Haşr 7. ayetteki bölümü, ayetin anlam ve bağlamından kopararak, inananları hadis ve mezhebe çağırmaktadırlar. Hadis ve sünneti reddeden tüm akımlar gibi Teslimiyet Dini savunucuları da Haşr 7. ayetten bu anlamın çıkarılamayacağını, ayette kırpma yapıldığını, ayette bahsi geçen olayın bir kısım ganimetlerin paylaşımı olduğunu, dolayısıyla buradan hareketle inananların hadis ve sünnete yönlendirilemeyeceğini haklı olarak dile getirmektedirler.
Peki, burada Teslimiyet Dini'nin bu haklı savunmasını neden dile getirdik? Şunun için: Hadis ve sünnetçilerin Haşr 7. ayetin belli bir bölümünü kesip, ayette anlatılan konu ile alakası olmayan bir konuda hüküm çıkarmadaki eleştirilen kötü niyetin aynısını, Teslimiyet Dini ve Reşad Halife, Ahzab 40. ayette yapmaktadır.
-Ahzab 40. Ayet
Reşad Halife'nin Ahzab 40. ayeti çevirisi şu şekildedir:
"Muhammed aranızdan herhangi bir erkeğin babası değildi. O, TANRI’nın bir elçisi ve son peygamberdi. TANRI her şeyin tamamen farkındadır."
Reşad Halife'nin bu ayetle ilgili dipnotu da buraya ekleyelim:
"*33:40 Muhammed’in açık tarifine rağmen, çoğu Müslüman onun son peygamber ve aynı zamanda son elçi olduğu konusunda ısrar ederler. Bu, 40:34’te gördüğümüz gibi trajik bir insan özelliğidir. Tanrı’ya tereddütsüz iman eden kimseler, Tanrı’nın son peygamber Muhammed’den sonra, Kendi arındırıcı ve birleştirici Antlaşma Elçisi’ni göndereceğini fark ederler (3:81, 33:7)."
-Ahzab 40. Ayette Geçen Konu
Ahzab 40. ayette geçen konunun anlaşılması için; surenin 36. ayetinden itibaren okumak gerekmektedir. Zira Reşad Halife'de, Kur'an Son Ahit'te yer alan çevirisinde, Ahzab:36'dan itibaren paragraf/konu başlangıcı yapmıştır.
Ahzab:36'da Yüce Allah, "Eğer TANRI ve elçisi herhangi bir emir verirse, hiçbir imanlı erkek ve imanlı kadın bu emir ile alakalı seçim hakkına sahip değildir. Kim TANRI’ya ve elçisine itaatsizlik ederse açık bir biçimde sapmış olur." buyurmuştur. Görüldüğü üzere Yüce Allah konuya, Allah ve resulünün bir emir vermesi durumunda herkesin buna itaat etmesi zorunludur (Ayette "resul" kelimesi geçmektedir ve Nebi-Resul ayrımı için bknz:https://resadhalife.com.tr/teslimiyet-dininin-nebi-resul-carpitmasi) belirlemesiyle başlamıştır.
Kur'an'da hiçbir ayette, "Allah veya resulü" ya da Reşad'ın çevirisine sadık kalır isek "Tanrı veya elçisi" gibi "veya" bağlacıyla Allah - Resulü (Tanrı - Elçisi) kelimeleri yan yana gelmez. Çünkü resul yani elçi görevi ifa eden nebi, Allah'ın emrini yerine getirdiği için, resulün (elçinin) söylediği yahut yaptığı, doğrudan Yüce Allah'ın, içerisinde hiçbir katkı-yorum olmayan saf iradesi, emridir.
Yine bu konunun başında bu ayetin gelmesinin konuyla alakası olmaması mümkün değildir ve zaten ayette de konuyla ilgili bir açıklama söz konusudur. Hiçbir imanlı erkek ve imanlı kadın, Allah ve resulünün emrine karşı gelme, bu emir karşısında bir seçim hakkına sahip değildir.
Ahzab:36'da bu uyarı ve buna bağlı açıklamalar yapıldıktan sonra, Muhammed Peygamberin evlatlığı Zeyd'in, eşinden boşanmak istemesine rağmen Muhammed Peygamber'in buna karşı çıktığı ancak Zeyd'in kararında sebat gösterip eşini boşadığı, bunun üzerine Muhammed Peygamber ile Zeyd'in boşadığı eşi Yüce Allah'ın kesin emri ile evlendiği, anlatılmıştır. Ahzab:37'de bu husustan açıkça bahsedilmiştir. Hatta bunun, ileride evlatlığın boşadığı eşiyle evlenebilmenin örnekliği oluşturması için yapıldığı da Yüce Allah tarafından bildirilmiştir.
-Ahzab:38 İle Çarpıtmanın Başlaması
Ahzab:38. ayet, Reşad tarafından tamamen anlamından koparılmış ve Ahzab:40. ayette yapılacak olan çarpıtmanın temelleri burada atılmıştır. Ahzab:38'i Reşad şu şekilde çevirmiştir:
"Peygamber, TANRI’nın helal kılmış olduğu bir şeyi yaparak bir hata işlemiş olmuyor. Böyledir eski nesillerden bu yana TANRI’nın sistemi. TANRI’nın emri kutsal bir görevdir."
Ayette geçen "helal kılınmış" kelimesi, Kur'an'ın orijinalinde "ferada" olarak geçer ve "helal kılınma" değil, "farz kılınma, emredilme" manasındadır. Bir şeyin helal kılınması durumunda, o şeyin yapılıp yapılmaması konusunda kişi serbesttir. Ancak; bir şey bir kişiye farz kılınmış ise, yapılması emredilmiştir ve artık o kişinin bu emri yapmama imkanı bulunmamaktadır. Nitekim Ahzab:36'daki emir ile bağlantılı gelen bir durumdur.
Peki Reşad, neden böyle bir çeviri çarpıtması yapmıştır? Resul, "elçi"dir. Nebi ile Resul'ün arasındaki fark, Resul'ün "Yüce Allah tarafından özel verilen emirle" hareket etmesidir. Resul olarak görevini icra eder iken Muhammed Nebi, asla başka bir seçim hakkı yoktur ve bu nedenle yukarıda belirtildiği gibi asla ve asla Kur'an'da "Allah veya Resulü" diye bir ayet bulunmamaktadır. Çünkü Muhammed Peygamber, resullük görevini yaparken bizzat Yüce Allah'ın emriyle ve saf iradesiyle hareket ettiğinden ve Yüce Allah'ın iradesini temsilen hareket ettiğinden, "veya" bağlacının geçmesi, Kur'an'da çelişki oluşturacağından sünnetullaha aykırıdır. Ve yine Yüce Allah'ın Kur'an'da "biz yaptık, vahyi biz indirdik" gibi söylemlerinde nasıl bu emrini icra edenleri de Yüce Zatı ile birlikte sayıyor ise, burada da durum aynıdır.
Dolayısıyla Muhammed Peygamber, kendisine emredilen bir şeyi yaparak Resullük görevini icra etmiş olmaktadır. Tekrarlamakta fayda görüyoruz ki Resul, kendisine özel olarak Yüce Allah tarafından verilen bir emri yerine getiren nebinin "Yüce Allah'ın iradesini temsil" makamıdır. Vahyi iletirken de özel olarak kendisine verilen emri yerine getirirken de Nebi, Resullük makamındandır ve bu makamda yani Yüce Allah'ın emrini yerine getirme makamında iken, Resul'e asla karşı çıkılamaz çünkü Yüce Allah'ın bizzat emrini yerine getirmektedir.
Bu ayete, Ahzab:40 ile bağlantılı şekilde "resullük / elçilik" görevinin yerine getirildiğinin perdelenmesi için Reşad, "emredilen / farz kılınan" anlamındaki "farada" kelimesini "helal kılınan" olarak çevirmiştir.
Tüm bu anlatılan hususlar, ayetin son cümlesinde zaten açıkça vurgulanmıştır: "Tanrının emri kutsal bir görevdir." Muhammed Peygamber tarafından, Muhammed Peygamber'e özel olarak iletilen bu emrin yerine getirmesinin anlamı nedir? Çok açık şekilde "resul"llük (elçilik) görevinin ifasıdır. Yine ayette Yüce Allah açıkça "Böyledir eski nesillerden bu yana TANRI'nın sistemi." diyerek, tüm resullerin görev tanımlaması içerisinde, resule özel emir verildiği, bu emrin yerine getirilmesinin sünnetullah gereği olduğu açıkça belirtilmiştir.
-Ahzab:39
Ahzab:39'da Yüce Allah "TANRI’nın mesajlarını iletenler ve yalnızca O’na derin saygı duyanlar, TANRI hariç hiç kimseden hiçbir zaman korkmamalılar. TANRI en etkili hesap görendir." ayetinde açık bir şekilde, Yüce Allah'ın Zeyd'in boşandığı eski eşi ile Muhammed Peygambere "evlen" emri karşısında bir çekince ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (Reşad'ın bu ayette geçen "korkma" manası verdiği "yaḣşevne" kelimesi, "çekinme, saygılı olma" anlamlarını da barındırmaktadır). Zira ayette açıkça "Tanrı'nın mesajlarını iletenler (yani resuller/elçiler) ve Yüce Allah'a saygı duyanların, sadece Yüce Allah'tan korkmaları / çekinmeleri" gerektiği belirtilmektedir.
Kısaca Yüce Allah bu ayetteki buyruğuyla; özelde resul (elçi) kendisine verilen özel bir emri yerine getirirken genel de ise tüm insanlar, kendilerine farz kılınan bir emri yerine getirirken, sadece Yüce Allah'tan korkmaları gerektiğini bize açıklayarak, bizi açıkça hem nimetlendirmiştir (Yüce Allah'a övgüler olsun), hem desteklemiş, hem de bilincimizin bozulma tehlikesine karşı bizi uyarmıştır.
Buraya kadar anlatılanlardan çıkarılan sonuç tektir: Muhammed Peygamberin evlatlığı Zeyd'in eşini boşaması üzerine, boşanan eski eş ile evlenme emrini Muhammed Peygamber çekinerek, korkarak yerine getirmiştir. Burada korkulan ve çekinilen, toplumun tepkisidir. Nitekim Ahzab:40'tan da topluma seslenilmesi bu durumu doğrulamaktadır. Ahzab:36'daki konunun başındaki belirleme tam bu aşamada dikkate alındığında, Yüce Allah'ın hem Muhammed Peygamber'e hem de Zeyd'in eski/boşadığı karısına bu emri verdiği rahatça anlaşılmaktadır.
-Ahzab 40. Ayet
"Muhammed aranızdan herhangi bir erkeğin babası değildi. O, TANRI’nın bir elçisi ve son peygamberdi. TANRI her şeyin tamamen farkındadır."
Ayetin başında "Muhammed aranızdan herhangi bir erkeğin babası değildi" diyerek, evlatlığı olsa da Zeyd dahil hiç bir erkeğin babası olmadığı vurgulanmıştır. Bu vurgu, sert bir vurgudur. Buradan anlaşılmaktadır ki, bir önceki ayette Muhammed Resul'ün çekindiği/korktuğu konu başına gelmiş ve o dönemki toplum tarafından, kınanmış ve belki de hakaretlere uğramıştır.
Tam bu noktada, iş bu yazının konusunu oluşturan ayete gelmektedir: "O (Muhammed), Tanrı'nın bir elçisi (resulü) ve son peygamberdi." Reşad her ne kadar ayetin bu kısmına "-dili geçmiş zaman" anlamı vermiş ise de ayetin orijinali "geniş zamanla" gelmiştir ve doğru çevirisi "peygamberdir/nebidir" şeklindedir. Nitekim ayette eğer "-dili geçmiş zaman" söz konusu olsa idi ayette "elçisi" değil "elçisiydi" diye çeviri yapılması gerekirdi.
-Elçiye Emir
Ahzab:36'dan Ahzab:40'a kadar geçen ayetler incelendiğinde, Muhammed Peygamberin Yüce Allah'ın emriyle Zeyd'in boşandığı / eski eşi ile evlenmesi öz konusudur. Her ne kadar Reşad, kendi çevirisinde bu durumu, kelimelere farklı anlamlar vererek, zaman kipini kasten yanlış kullanarak vs. saklamaya, perdelemeye çalışsa da yukarıda delileri ile bu durum tespit edilmiştir.
Dolayısıyla ayette Muhammed Peygamber'in elçi / resul olarak tekrar vurgulanmasının nedeni, Zeyd'in boşadığı / eski eşi ile evlenme emrinin Yüce Allah tarafından verildiğinin, bu sefer "öz-evlatlık" ayrımı üzerinden belirtilmesidir.
-Gelen Bir İtiraz: Yüce Allah Peki Neden Son Peygamber Olduğunu Vurgulamıştır?
Bu itirazı dile getirenler, ayetlerin manasına ve zaman kipine verdikleri kasıtlı yanlış anlamlarla kapatamadıklarından, Muhammed Peygamber'in son peygamber olmasının durduk yere burada vurgulanmasının normal olmadığı konusunda bir şüphe oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ama bu beyhude bir çabadır. Zira 36. ayetten itibaren, Muhammed Peygamber'in bu işi yani Zeyd'in eski eşi ile evlenmesi işini, Yüce Allah'tan gelen kesin bir emir üzerine yaptığı, hatta bu konuda bir korkusu/çekincesi olduğunu, buna rağmen verilen görevi eksiksiz ve tüm çekince/korku engellerine rağmen başarılı olduğu belirtilmiştir.
-Muhammed Peygamber Son Resul (elçi) Değil Mi?
Ahzab:40. ayet; resullük yahut Nebilik ya da Reşad'ın çevirisindeki jargonla, elçilik veya peygamberlik ayrımı, bu konuda bir belirleme yapma, resul olma ve nebi olma arasındaki fark ya da ortak özellikler gibi konuların tartışıldığı bir ayet değildir. Konunun başında bahsetmemiz bazı okuyuculara anlamsız gibi görünen ama işte tam bu noktada önemi anlaşılan husus şudur ki; Haşr 7. ayette nasıl resule itaat cümlesi, bizi hadis ve sünnete götürmüyor ise, buradaki "resul ve son nebi" deyimi de bizi "Muhammed Peygamber son resul/elçi değildir" sonucuna götürmez! Yok eğer Ahzab:40'tan Teslim Olanlar, "Muhammed son elçi değildir" anlamını çıkarıyorlarsa, Haşr 7'de kırpılan bölümden hareketle, hadisleri kutsal ve dinde ikinci kaynak saymaları zorunludur! İşlerine gelmediğinde "ayeti konusundan koparma" diyerek karşı çıkmak, işlerine geldiğinde ayeti konusundan koparmak, teslim olanların malum ve meşhur bir çifte standardıdır.
Başka bir çok yazımızda belirttiğimiz gibi Teslimiyet Dini, Teslim Olanlar ve Reşad Halife, çifte standart uygulamakla malum ve meşhurdur. Al-i İmran 81 ve burada belirtilen ayetler dışında bir çok ayette "amaca uygun" yani "Reşad'ın elçiliğini tasdik ve ilan etmeye yönelik" çeviri yapıldığından, Kur'an'ın orijinal halini de göz ardı etmektedirler.
SONUÇ
Ahzab:40, Muhammed Peygamber'in evlatlığı Zeyd'in eski eşi ile evlenmesi konusunda indirilmiş bir ayettir. Ahzab:36'dan itibaren anlatılan ve bu konu bütünlüğü içerisinde olduğu tartışmasız olan Ahzab:40'ta Yüce Allah; Reşad ve Reşad'ın takipçileri olan teslim olanların iddia ettiği gibi resul, elçi, nebi, peygamber ve bunların sonuncusu, ortası vs. gibi bir hüküm çıkartacak konuyu tartışmamıştır. Haşr:7'yi kırpıp hadisleri ve sünneti dinin kaynağı yapanların oyunu ne kadar basitse, Nur:43'ü kırpıp "namaza yaklaşmayın" hükmü ile namazı haram kılanların kurnazlığı ne kadar sapkınsa, Ahzab:40'ı kırpıp "Muhammed son resul değildir" hükmünü çıkarmak da o kadar çarpık, kasıtlı ve şeytanicedir. Teslim olanların haklı olarak ehli sünnet için "onları Şeytan yönlendiriyor, tuzağa düşüyorlar" yönündeki söyledikleri, maalesef bizzat kendi başlarına gelmiştir.
Unutulmamalıdır ki elçi, kendisine verilen "şey"i, istenilen yere, kişiye/kişilere vs. ulaştırmakla yükümlüdür (Ta-Ha:24 "Firavuna git" emri gibi). Bundan dolayıdır ki vahyin iletilmesi yahut gereğinin yerine getirilmesi manasında elçilik yani resullük, Nebilik olmadan mümkün olmayan bir durumdur. Yani her resul, ister istemez de nebidir. Resul, kendisine verilen "özel" vahyi iletme ve/veya gereğini yerine getirme ile yükümlüdür. Bu vahiy, illa da Tevrat, İncil yahut Kur'an gibi bir kitap olması gerekmemektedir, böyle bir zorunluluk Kur'an'dan çıkmamaktadır. Kendisinden önceki nebilere verilen vahiyleri tekrar ederek, revize ederek, güncelleştirerek ileten bir resul örneği, Kur'an'da yoktur. Resullerin ilettikleri mesajların aynı olması önemli değildir önemli olan, Yüce Allah'ın vahiy ile emretmesi ve vahiylerinin tespit edilen kısımların iletilmesi, ilan edilmesi yahut fiilen yapılmasıdır (Musa Peygamber ve kardeşi Harun Peygamber'in "Firavun'a gidin" emri gibi.). Yani bir kişi Muhammed Peygambere indirilen Kur'an ayetlerini baz alıp, farklı kelimelerle yahut yorumlarla iletmesi, o kişiyi resul yapmaz, bu konuda Yüce Allah'tan bir emir, bir vahiy alması zorunludur. Zaten bu yönde bir vahiy alan kişi de otomatikman nebi olmaktadır. Muhammed Peygamber de nebilerin sonuncusu olduğundan, artık yeni bir resulden bahsedebilmek, mümkün değildir.
Reşad; olayın bu kısmını saklayarak, mantık kurallarına aykırı olarak, zorlama şekilde (bknz: https://resadhalife.com.tr/teslim-olanlarin-kur-an-a-imanda-19-dayatmasi), ayetlerdeki kelimelerin anlamını saptırarak (bknz: https://resadhalife.com.tr/teslimiyet-dininin-al-i-imran-ayet-81-saptirmasi), çifte standart uygulayarak (bknz: https://resadhalife.com.tr/teslimiyet-dini-saptirmasi-es-salat-tan-el-kur-an-a-degisen-bilinc), nebi-resul ayrımını çarpıtarak (bknz: https://resadhalife.com.tr/teslimiyet-dininin-nebi-resul-carpitmasi) hatta Kur'an'a eklemeler ve çıkarmalar yaparak (bknz: https://resadhalife.com.tr/teslimiyet-dininin-kutsal-kitabi-nedir) kendisini resul ilan etmiştir.
İşte bu resul ilan etme çabası içerisinde Reşad'ın hiç çekinmeden anlamını saptırdığı bir ayet de Ahzab:40'tır.